2 Temmuz 2011 Cumartesi

MADRİD 1. gün

Bir haftalık gezi programımızın ikinci yarısı için sabah 07:30 da Barselona'dan otobüse binip 8 saat süren bir yolculuğun ardından 17:30 da Madrid'e vardık. Madrid İber yarımadasının tam ortasına denk gelen karasal iklime sahip, şehir planı açısından oldukça düzenli ve modern bir şehir. Eğer Barselona'ya İstanbul dersek burası Ankara diyebiliriz. Ama elbette ki Ankara solda sıfır kalır. Burada Barselona'da ki gibi katalanca değil İspanyolca konuşuluyor, adına da castellano deniyor, yani en düzgün ispanyolca, istanbul türkçesi gibi bi laf..
Şehre girdikten sonra panoramik tur kapsamında ilk durağımız şehrin en büyük boğa güreşleri arenası olan Las Ventas, mudejar mimarisi ile yapılmış bu arenayı dışından gördükten sonra c.tesi akşamı bir boğa güreşi olduğunu öğrenip gelmeyi planlıyoruz. Arenanın önünde bir matador heykeli var, hayatını bir boğanın boynuzlarında kaybetmiş bir matadormuş..



Arenanın bulunduğu Plaza de Toros meydanından tekrar otobüse doluşup ikinci durağımız olan Real Madrid'in stadı, Santiago Benabeu'ya gidiyoruz, içine girmeden yalnızca önünde fotoğraf çektiğimiz kısa bir mola...


Buradan sonra ise Plaza de Espana'ya gidiyoruz, şehrin için içinde yemyeşil bir park burası, parkın ortasında önde Don Kişot ve Sanço Panza, arkada ise Cervantes heykelleri var.



Panoramik tur böylece tamamlandıktan sonra yerleşmek üzere otele gidiyoruz. Biraz dinlenme ve odalara yerleşmemizin ardından Madrid'de ki ilk gecemiz için atlıyoruz metroya, yine Barselona'da olduğu gibi 10luk biletler alarak yolculuğumuza başlıyoruz. Gişede de ufak bir İngilizce krizi yaşayarak, görevli kadın İspanyolca biz Türkçe, bir şekilde bu biletin en ekonomik olduğu ve aktarmalarda da ek ücret ödenmediği konusunda anlaşıyoruz. Şans bu ki otele en yakın metro durağının bir yönü kapalı ve bu yüzden tüm yolculukları en az 3 aktarmayla yapmak zorunda kalıyoruz.
İlk durak Madrid'in kalbinin attığı yer, ana buluşma noktası, Puerta del Sol meydanı, yani güneş kapısı. Bu meydan diğer şehirlerdeki meydanlara benzemiyor, her yanı binalarla çevrili, ama Madrid'de nereye giderseniz gidin tüm yollar Sol meydanına çıkıyor. Meydanda çilek ağacına sarılmış, meyve yiyen bir ayı yavrusu heykeli var ki bu heykel, Madrid'in simgesiymiş, burada resim çektirirsen Madrid'e tekrar gelirmişsin..


Karnımız zil çaldığı için Madrid'in e ünlü yerlerinden Plaza Mayor'a gidiyoruz. Burası etrafı binalarla çevrili dikdörtgen bir meydan, ortasında III. Felipe'nin heykeli var, eskiden engizisyon makemeleri burada kurulurmuş. Şimdi restoranlar ve cafe'lerle çevrili ve akşamları çeşitli canlı heykeller ve sokak şovlarına sahne oluyor. Biz de menülere baka baka seçip, Hegar Restoran'a oturuyor ve yine İngilizce bilmeyen bir garsona derdimizi anlatmaya çalışıyoruz. 4 tane paella söyledikten sonra meydanı seyre dalıyoruz, burası akşamları hakikaten çok eğlenceli..




Paella, ispanyanın karışk pilavı, içinde midye, karides gibi deniz ürünleri ile tavuk ve domuz eti gibi ilaveler var, oldukça leziz ve doyurucu.. Ben yine Sangria içerken ekip biraları yuvarlıyor, sonra hepberaber sangria içmeye karar verip bir sürahi sangria sipariş ediyoruz. Sangria ise ispanyaya özgü bir kokteyl, içinde kırmızı şarap, votka, rom,meyve parçacıkları ve şeker var. (Paella: 5 €, Sangria bardak 4,2 €, sürahi 18,5 € ve cruzcampo bira 4,2 € idi.)
Yolculuğunda yogunluğuyla burada uzun uzun oturduktan sonra Plaza Mayorun önünden Palais Royale uzanan cadde boyunca yürüyoruz, yol üstünde bir pazar yeri var, aynı zamanda bar havası da olan, piyasa bi yer, pazar deyince Türkiyedeki gibi değil yani... Sonra Teatro Real'in önünden geriye dönerek yine Sol meydanından metroya binip otele dönüyoruz..
Yarın uzun bir Madrid turu olacak..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder