2 Temmuz 2011 Cumartesi

FİGUERES VE GİRONA

Barselona'da ki son günümüzde Salvador Dali müzesini görmek için biraz kuzeydeki Figueres'e gidiyoruz. Bunun için Sants tren istasyonuna gidip Medium gişesinden 12,5 € verip Figueres biletlerimizi alıyoruz. 13-14 nolu peronlara geçip Portbau yönüne giden trene biniyoruz, 1 saat 50 dakikalık bir yolculuk bizi bekliyor. Tren oldukça konforlu ve hızlı, 400 km. hızla Figueres'e gidiyoruz. Tabi hep bu hızla gitmiyor, Figueres yolu 115km civarında. İstasyonda indikten sonra okları takip ederek ve bazen de sorarak müzeye ulaşıyoruz ama acıktığımız için müzeden önce hemen yakınında bir yerlerde bir şeyler atıştırıyoruz.
Bu müzeye gitmeyenler Salvador Dali'nin dehasını tam olarak anlayamazlar diye düşünüyorum. Müze denince çoğumuzun aklına duvarlardaki resimler ve ara ara heykeller gelir, burası ise bambaşka. Salvador Dali hayattayken müzenin yapımını doğduğu yer Figueres'te kendi başlatmış ve halka açıldıktan sonra dahi değişiklikler yapmaya devam etmiş. Müze adeta yaşıyor.
Dışarıdan bir masal şatosu gibi görünen müzenin duvarları üzerinde birçok dev yumurta var, Dali yumurtayı çok sevdiği ve her gün 5-6 tane yediği için resimlerindeki gibi müzenin yapısında da pek çok yumurta var. Yumurtayı aynı zamanda hayatın özü, yaşamın başlangıcı olarak da görürmüş.


Resimdeki cam kubbe, müzeye girdiğiniz zaman ilk göreceğiniz büyük salonun üzerinde bulunuyor ve Dali'nin mezarı da bu kubbenin altında, sonsuza dek beraber kalacakları büyük aşkı, eşi, ilham kaynağı Gala ile birlikte bulunuyor. Gişeden biletlerimizi 12 €'ya alıyoruz, 2 tane bilet veriyorlar, diğeri yanda ki binada bulunan Dali mücevherleri müzesi için..
Turnikelerden geçip müzenin duvarları ile çevrelenen bir bahçeye çıkıyoruz. Bu bahçede ortada siyah bir cadillac var. Cadillac'ın içinde sürücü koltuğunda oğlunun, arka koltukta ise kendisi ve eşi Gala'nın heykelleri var. Hayal ürünü oğlunun vurulma sahnesi yapılmış. Ön yolcu camı bir kurşun ile kırılmış ve salvador Dali'nin oğlunu hayalinde bu kurşun öldürmüş. Cadillac'ın içinde, tavanda su boruları var, 1 € atarsanız aracın içine yağmur yağıyor.. Bi zamanlar Dali fakir bir ressamken yağmur altında ıslanıp cadillac ile geçen insanları görür ve özenirmiş. Kendisi cadillac aldığındaysa içine yağmur sistemi döşetmiş. Dahilik ve delilik arasında belki de fark olmadığını bu müzeyi gezerken bir kez daha anlıyoruz..

Resimde de görüldüğü gibi bu cadillac'ın ön kaputunda bir heykel var, bu deniz tanrıçasıymış. Arkada ise uzanan yüksek sütunun üstünde Gala'nın hayattayken kullandığı sandal var. Bu sandalın altından mavi torbacıklar sarkıyor. Bunlar ise sperm dolu prezervatifleri simgeliyormuş, hayat ve bereket anlamında...
Bu avlunun hemen arkasındaki tepesinde cam kubbe olan büyük salona girdiğimizde karşıdaki duvarı boydan boya kaplayan dev Labyrinth tablosunu görüyoruz. Bu tablo, insanın iç dünyası ve bilinç öncesinin zenginliklerini anlatıyor. Dali, tabloyu Amerika'da yapıp Figueres'e taşımış.

Gelelim şaşkınlıktan dilimizi yuttuğumuz bir detaya: Labyrinth'e yüzünüzü döndüğünüzde sol tarafta asılı bir tablo var, ilk bakışta Gala'nın  boydan, çıplak bir resmi. Oysa resme kameranızın objektifinden baktığınız anda Abraham Lincoln portresine dönüşüyor. Nasıl yanı diyerek bir çıplak gözle, bir objektiften defalarca bakıyoruz. Ben size mecburen objektiften olanı aktarabileceğim.





Sağa bakınca ayrı bir şaşkınlık... Sağ tarafta bu odanın altında bulunan Dali mezarına giden merdivenler var ve merdivenlerin hemen başında bir tablo, Dali bir gün bir balık restorana yemek yemeye gitmiş ve çalışanlar madem ünlü bir ressamsın haydi göster bize demişler. Dali de mutfaktan bir mürekkep balığı getirmelerini istemiş ve mürekkep balığını önündeki örtüye çarpıp durmuş, bittiğinde ise işte ben Dali'yim diyerek restoranı terk etmiş, ne yaptığına baktıklarında ise Beethoven'ın yüzünü görmüşler.


Alt kata devam edip Dali'nin mezarını da gördükten sonra üst katlara çıkıp diğer şaşırtıcı odalara bakıyoruz. Odalardan birine girdiğinizde kırmızı bir duvarda iki tablo, ortada bir kırmızı koltuk olan bir sahne var. Bu sahneye bakmak için yüksek bir yere bir mercek yerleştirilmiş, bu özel açıdan bakıldığında odadaki figürler dönemin ünlü sex ikonu Mae West'in maskeli yüzüne dönüşüyor. Mercekten fotoğraf çekmeyi ihmal etmedim tabi.. Bu odada kapının yanındaki deliklerden bakıldığındaysa cennet denilen yemyeşil manzaraları görüyoruz.


Diğer bir oda ise rüzgar odası, Dali, Gala öldükten sonra cennette buluşmalarını anlatan bir tabloyu bu odanın tavanına çizmiş. Odanın sağ tarafında Dalinin yatak odası, sol tarafında ise 3 boyutlu görsellerin olduğu diğer bir oda bulunuyor. Aynı odanın köşesindeki Velasquez heykeli de ilgi çekici, yakından bakıldığında Velasquez'in yüzünde diz çökmüş bir kadın figürü görülebiliyor.



Hayran hayran müzeyi gezdikten sonra Dali mücevherleri müzesine geçiyoruz, burada Dali'nin resmini çizdiği mücevherler ölümünden sonra hayata geçirilmiş. Hatta hareketli olanları bile var, atan bir kalbe hayran kalmıştık.


 Mücevherler müzesi ışıktan öylesine korunmuş ki, içeri ışık sızmasını önleyecek demir bir döner kapıdan geçerek giriyoruz, hatta kapının ortasında kaldığınızda tam bir zindan gibi korkutucu oluyor.

Sonunda 4 saat geçirdiğimizi fark ederek müzeden çıkıyor ve Figueres istasyonuna doğru yola koyuluyoruz. Barselona'ya dönerken bir yol üstü kenti olan Girona'ya uğrayacağımız için 2,9 € verip biletleri aldıktan sonra yarım saat uzaklıktaki Girona'ya yola çıkıyoruz.
Girona, Figueres'ten daha büyük, şehrin iki bölgesi var, biri tarihi kent, diğeri ise modern yaşamın sürdüğü, mağazaların vs. bulunduğu kısım. İstasyonda inince dönüş treninin saatini öğrenip Barselona biletlerimizi 8,7 €'ya alıp cebe attıktan sonra hızlıca şehrin üzerine kurulduğu Rio Onyar nehrini bulup kıyısı boyunca tarihi kente yürüyoruz. Nehir sandığımız gibi değil, kurumuş..


Tarihi kente doğru yürüdükçe nehirdeki sular artıyor, ördeklerin yüzdüğünü görüyoruz. Yolumuz üzerindeki Plaza de la İndependencia'ya geliyoruz.. Restoranlarla çevrelenmiş, sevimli bir meydan, çevredeki banklara kentin sakinleri serilmiş, muhabbet ediyorlar..



Meydanın biraz ilerisindeki Galetiamo dondurmacısından dondurma ve krep alıp açlığımızı bastırdıktan sonra köprüden geçerek tarihi kentin olduğu tarafa geçiyoruz ve kocaman kulesiyle Girona Katedrali'ni görüyoruz. Tarihi binaları, dar taş sokakları ile tam bir ortaçağ kasabası olan bu yerde ağır ağır yürüyoruz.









Girona'ya elveda diyerek trene yetişmek için istasyona doğru yola çıkıyoruz. Ekip benimle aynı fikirde olmasa da bence burası yaşanılası bir yer..
Barselona'ya vardığımızda buradaki son gecemizi geçirmek üzere La Rambla'nın denizden uzak ucu olan Katalunya meydanında metrodan inerek birer hatıra almak üzere Hard Rock cafe'ye uğruyoruz. T-shirt'leri aldıktan sonra Burger King'te yemeğimizi yiyip La Rambla'da bir şeyler içerek son gecemizi noktalıyoruz. Sabah Madrid'e gitmek üzere otobüsümüz kalkacak. 4 güne sığdıramadığımız ve görmeyi istediğimiz yerler kalıyor. Antoni Gaudi'nin 3 eseri, Palau Güell, Casa Les Punxes, Casa Vicens ile Picasso müzesi ve Tibidabo dağı gitmeyin der gibi... Bir daha ki sefere diyor ve Barselona'ya veda ediyoruz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder