1 Temmuz 2011 Cuma

GAUDİ'NİN ŞEHRİ BARSELONA (1.gün)

3 ay önceden satın aldığım ve 3 aydır nerelere gidilir, ne yenir, neleri görmeli diye çalıştığım Barselona Madrid turunun tarihi sonunda gelip çatmıştı. 19 Haziran sabah 08:25 te Barselona uçağımıza binmek üzere İstanbul Atatürk Havalimanında hazır olmuştuk. Geceyi İzmir-İsatnbul otobüsünde geçirmiş olmanın yorgunluğu bile gezinin heyecanını bastıramamıştı. 3,5 saatlik bir uçuşun ardından yerel saat ile (İspanya saati bizden 1 saat geri) 11:00 de Barselona havalimanına inmiştik. Tur organizasyonu ile gittiğimiz için havalimanında önce rehberimizle buluştuk ve grup toplanır toplanmaz bizi beklemekte olan otobüsümüze binip otele yerleşmeden önce şehrin içinde kısa bir gezintiye çıktık. bu arada yolda herkes uyudu deşifre etmeliyim :)
 
Deşifreler için Pelin, Toygun ve Halil, kusura bakmayın :) Herneyse, dönelim geziye.. Önce havalimanından şehre doğru girerken ilk durağımız olan Montjuic Tepesine uğradık. Montjuic tepesinin anlamı, yahudi tepesi. Eskiden burada büyük bir yahudi mezarlığı varmış, tepenin manzarası harika olduğu için dönemin kraliçesi bu tepeyi halkın kullanımına açmak için yahudi mezarlığını şehrin başka bir yerine taşıtmış. İyi de yapmış çünkü bu tepe Barselona limanını ve marinasını tepeden izleyebileceğiniz harika bir manzaraya sahip.. Buradaki bir büfeden açlığımızı bastıracak bir şeyler aldıktan ve harika manzaraya karşı yedikten sonra fotoğraf çekmeye koyuluyoruz, Columbus anıtı, Torre Agbar (Ag: su, Bar: baselona, yani İSKİ binası ) ve Sagrada Familia gibi yapıları bu tepeden net olarak seçebiliyoruz.

Montjuic tepesinden tekrar otobüsümüze binip şehrin caddelerinde dolaşarak Barselona'yı Barselona yapan mimar Antoni Gaudi'nin UNESCO dünya miraslarına girmiş 8 eserinden biri olan Güell Parkına gidiyoruz, burası şehrin biraz dışında kaldığından panoromik şehir turunda burayı görmek sonradan işimize geliyor ve bir daha gelmek zorunda kalmıyoruz, diğer Gaudi eserleri ve şehrin tadını çıkarmak için daha çok vaktimiz kalıyor. Güell Parkını Gaudi, zamanında bir uydu kent olarak planlamış ve teklifini Güell ailesine götürmüş, alan şimdiki zamanın güvenlikli, havuzlu, spor tesisli sitelerinin bir muadili gibi düşünülmüş. Arsanın parsellerini diğer alıcılara satarak birçok evin bir arada, kendi seyir terasları ve dinlenme-eğlenme alanlarının olduğu bir alanda bulunması planlanmış. Fakat projede Güell ailesi dışında sadece 1 aile daha ev yaptırmış ve proje yürümeyince de son verilmiş. Hatta Güell ailesi kuşaklar boyu ciddi bir borcun altında kalmış. Güell parkında girişte iki tane masal evi gibi bina var, bunlar nizamiye gibi, güvenlik binaları.
Ayrıca bu parkın seyir terasında uzunluğu dünya rekoru kırmış, bir bank var, muhteşem Barselona manzarası boyunca uzanıyor ve oturması da oldukça konforlu.. Bankın yapımında ve aslında bu parktaki birçok şeyin yapımında parçalı seramikler kullanılmış. Gaudi seramikleri uzak doğudan sipaiş etmiş ve bu kaliteli seramikler yolda gelirken paramparça olmuş Gaudi de bunları atmaya ve ziyan olmalarına kıyamamış. Bu halde yapıştırark kullanmış, hatta kırılmayanları da sonra kendisi kırmış. Hakikaten oldukça da dekoratif olmuş.

Bu arada Gaudi alt yapıyı da özenle düşünmüş, ikici resimde gördüğünüz sütunlar, o uzun bankın olduğu seyir terasını hem taşıyor hem de içinden geçen borularla süzülen yağmur sularını aşağıya iletiyor... Güell Parkından Gaudi'ye hayran olarak ayrılıyoruz ve bunun henüz şaşkınlığımızın yarısı bile olmadığını bilmeden en büyük eseri olan Sagrada Familia'ya doğru yola koyuluyoruz. Sagrada Familia Bazilikası yapımına 1882'de başlanan ve Gaudi'nin 200 yıl süreceğini ön gördüğü, hala tamamşanmamış bir bazilika. Sagrada Familia, kutsal aile anlamına geliyor, halk arasında ise bitmeyen kilise deniliyor. 2023 yılında bitmesi planlanan eserin inşaası esnasında 1926 yılında büyük mimar Gaudi kilisenin önünden geçen bir tramvayın altında kalark hayatını kaybetmiş. Hükümet ya da yerel belediyeler bu kiliseye katkıda bulunmuyorlarmış, yapımı halen halktan gelen bağışlarla ve diğer Gaudi eserlerinin getirdiği kazançla sürdürülüyormuş. Kilisenin üç cephesi var ve üçününde hristiyanlıkta önemli olan hikayeleri var. Gaudinin tamamladığı ve dünya mirasları arasında olan cephesi; İsa'nın doğumu cephesi. Bu cephe Gaudi tarafından adeta dantel gibi işlenmiş ve sahne sahne İsa'nın dünyaya gelişini anlatıyor.
Gaudi kilisenin uzun kulelerinin cennet ile yeryüzü arasında bir bağlantı sağlarmış gibi göründüğünü söylemiş, Barselona'ya gelenlerin bu görüntüden etkileneceklerini düşünmüş...
Yapının Gaudinin ölümünden sonra başka mimarlar tarafından tamamlanan ikinci cephesine dolanıyoruz. Büyük çile cephesi. Bu cephede de tıpkı ilk cephede olduğu gibi sahne sahne anlatım var, İsa'nın çarmıha gerilişini anlatıyor. Daha keskin hatları olan köşeli heykellerle süslü bu cephenin kuleleri ilk cephedekilerin aynısı..
Şu an inşaası süren ve son cephesi ise mucizeler cephesi olarak düşünülmüş ve kulelerinin tepesinde değişik renklerde meyveler var. Zaten İsa'nın doğumu cephesiyle yan yana oldukça kontrast oluşturacak gibi sadece tahmin tabi, dediğim gibi daha yapılmakta olduğundan göremedik.

 Şehir turumuzu kısaca tamamladıktan sonra otele yerleşmeye gidiyoruz, otelimiz Europa Fira isimli metro durağının hemen önünde ve yeni bir otel..

Yerleşmek ve dinlenmek üzere biraz vaktin ardından saat 17:00 de lobide buluşuyoruz. Hemen metro durağına inip merkeze gitmek istiyoruz ama bunun için bize 4 gün boyunca Barselona'da ekonomik seyahat imkanı sağlayacak bir bilet bulmamız lazım, ne büyük şans ki Barselona'da İngilizce bilen binde birlik kesimden bir hatuna denk geliyoruz ve bize T-10 biletlerinin (yani 1 ay içinde 10 kez metro kullanımı sağlayan) en ekonomik olduğunu anlatıyor ve hepimiz birer tane alıp, atlıyoruz metroya.. Tanesini 8,75 'dan T-10 biletleri bize 10 kez metro kullanma hakkı veriyor. Turumuz esnasında 2. kez aldığımız bir T-10 bileti 4 gün boyunca yetiyor. Tabii ki soluğu şehrin en hareketli caddesi La Rambla'da alıyoruz ve buraya Barselona'da olduğumuz hergün en az bir kez uğruyoruz.. La Rambla, yayaların ortadan, araçların ise yanlarda gittiği, bir çok tapas restoranın, hediyelik eşya dükkanlarının, çiçekçilerin bulunduğu, aynı zamanda sokak şovlarının ve çeşit çeşit canlı heykellerin de izlenebileceği şehrin en eğlenceli caddesi..
Barselona'daki ilk gecemizin şerefine karnımızda kurt gibi acıkmışken şöyle güze bir yemek yiyoruz. La Rambla üzerinde Tapa - A Pat isimli bir tapas restorana oturuyoruz. Tabiiki garsonlar İngilizce bilmiyorlar. Resimlerden baka baka bir tapas menü söylüyoruz. 43 'luk bir menü.
Tapas kapak anlamına geliyor. Eskiden şarapların üzerine birşey düşmesin diye örtülen kapaklara tapas denirmiş, şimdide kapak gibi küçük kaplara konan değişik mezelerle tapas menüler oluşturuluyor. Çeşitli deniz ürünlerinden oluşan tapaslarımız yedikten sonra İspanyolların karışık pilavları olan Paella söylüyoruz, 4 kişilik kocaman bir pilav geliyor ve tıka basa doyuyoruz (Paella 14 € ) Yanında da tabiiki yine yerel bir içki olan ve içtikten sonra benim favorim haline gelen Sangria içiyoruz. 

La Rambla'da biraz yürüyüş yaptıktan sonra Barselona'da ki günlerimizden sadece bugün görebileceğimiz kaçırmak istemediğimiz su şovunu izlemek için Plaça Espanya'ya gidiyoruz. National museum'un hemen önündeki büyük havuzda (Magic Fountain) müzik eşliğinde ve ritmine uygun olarak suların renklere bürünerek adeta dans ettiği gösteriyi büyülenerek izliyor ve pilimizin bitişiyle otele dönüyoruz, daha bizi neler bekliyor :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder