1 Temmuz 2011 Cuma

BARSELONA 2. gün

Katalonya'nın başkenti Barselona'da gezilecek bir çok yer olduğundan ve sınırlı zamanımıza çok yer sığdırmak istediğimizden sabah kahvaltımızın ardından vuruyoruz kendimizi yollara. Metro'ya binip La Rambla caddesinin deniz tarafındaki durak olan Drassanes'te iniyoruz ve caddenin denize çıktığı taraftaki Cristof Colombun heykelinin olduğu Columbus meydanına geliyoruz. Cristof Colomb anıtı, 60 metrelik dökme demirden yapılmış, Colomb'un Amerika'yı keşfinden sonra karaya çıktığı yer burasıymış. Heykelin parmağı bir yönü işaret ediyor, ama Amerika değil, kaşifin memleketi olan Cenova'yı gösteriyor.
Denize doğru yürüyoruz ve denizin üzerine bir iskele şeklinde uzanmış Maremagnum isimli alışveriş merkezinin önünden geçiyoruz, İzmir'deki KonakPier gibi ama daha büyük.
Amaç, Maremagnum'un hemen yanındaki L'aquarium!a gitmek. Gideceğimiz akvaryum avrupanın en büyük akvaryumlarından. Girişe 17,75 veriyoruz. Paramıza değiyor, içeriye girince önce küçük havuzlarda birçok çeşit balığı gördükten sonra içinden yürüdüğümüz tünel şeklinde bölüme geliyoruz ve çeşitli köpek balıklarını, vatosları yanımızdan yüzerek geçerken izliyoruz.



Akvaryum çıkışında deniz kıyısından yürümeye devam ediyor ve heykeltraş Roy Fox Lichtenstein'in yaptığı Barselona'nın yüzü isimli heykeli görüyoruz. Barselona, bir kadın ismiymiş ve bu heykel de bir kadın yüzü olarak yapılmış. Kübik tarzda bir resme benziyor.
 
Bu noktada caddenin karşısına geçerek ters istikamette tekrar Rambla'ya doğru yürüyoruz. Yol üstünde bir marketten 65 cent'e Estrella isimli biradan birer kutu alıp yürümeye devam ediyoruz. Hedefimiz Rambla'nın sağ tarafındaki ara sokaklarından girilen Barri Gotic'de dolaşmak.. Gotik bölge küçük meydanlar barındıran, daracık sokaklardan oluşan Picasso müzesi, Barselona Katedrali, Palau de la Muzika,
Santa Maria del Mar Kilisesi gibi önemli yapıların da bulunduğu bir yer. Rambla'da ilerleyip Carrer de Ferran isimli sokaktan sağa giriyoruz, eski yapılardan oluşan bu sokakta karşımıza ilk Sant Jaume meydanı çıkıyor. Belediye sarayını içeren bu meydan gotik mahallesinin resmi görünümlü belki de tek yeri.

Meydandan rotamızı hiç bozmadan dümdüz ilerlediğimizde karşımıza Plaça Del Rei isimli bir bulvar çıkıyor. Buradan sola dönüyoruz, Santa Agata şapelinin merdivenerinde biraz dinleniyoruz.

Hemen bitişiğinde Barselona Katedrali var, restorasyon çalışmaları olsa da gelmişken görelim diyoruz.

Herkes biraz acıktığı için yönümüzü tekrar La Rambla'ya çeviriyoruz, Rambla üzerinde meşhur bir pazar var, ismi La Boqueria, içeride çeşit çeşit meyveler ve deniz ürünleri satılıyor ama Türkiye'de ki pazarlar gibi değil, pişirilip satılan ürünler de var, oturup yenecek yerler de.. Biz gittiğmizde pek çok dükkan kapalıydı ama ona rağmen oldukça renkli, birkaç değişik meyve alıp atıştırarak geziyoruz. 1-2 € 'ya güzel paketler hazırlanmış.



Mercat La Boqueria'dan sonra Rambla'nın denizden uzak diğer ucuna yani önemli bir buluşma yeri olan Katalunya meydanına gidiyoruz,( La Rambla caddesi kolumbus anıtı ile katalunya meydanı arasında uzanan bir cadde) sağlıkçıların yaptığı bir eyleme rastlıyoruz ama her zamanki gibi yine İngilizce tek bir kelimeye rastlamadığımızdan hiç bir şey anlamıyoruz. Katalunya meydanında biraz oturduktan sonra Gotik bölgeye doğru dönerek oldukça renkli bir bina olan palau de la muzika'yı görmeye gidiyoruz.
Ronda de Sant Pere caddesi boyunca yürüyerek Arc De Triomf'a gidiyoruz. Barselona'da da tıpkı Paris'te ki gibi bir Arc De Triomf var. Ama bu charles de gaulle etoil'de ki gibi beyaz değil kırmızı bir anıt.
Bu anıtın altından geçerek deniz yönünde yürüdüğümüzde karşımıza Parc de Ciutadella geliyor. İçinde botanik, zooloji müzeleri, hayvanat bahçesi ve harika bir havuzun bulunduğu oldukça büyük bu parkta biraz dinlenmeye de vakit buluyoruz. Biz gezerken bazı Barselona'lılar da burada güneşleniyorlar.


Parktan çıkıp ciutadela villa olimpica durağından metroya binip Passeig de gracia'da iniyoruz. Passeig de Gracia nişantaşı muadili bir yer, ünlü bir alışveriş caddesi, eskiden burjuvazi burada ikamet edermiş. Ama bu caddenin en önemli yanı Gaudinin UNESCO dünya mirasları listesindeki 2 eserine ev sahipliği yapması. İlk gördüğümüz eseri Casa Battlo, yani Battlo ailesinin apartmanı. O zamanlar rekabet içindeki burjuva aileleri ünlü mimarlara çok gösterişli evler, apartmanlar yaptırırlarmış. Battlo ailesi için yapılan bu apartman da oldukça gösterişli, çatısı bir ejderhanın sırtı gibi pullu olan bu binanın ön cephesindeki balkonlar balo maskeleri şeklinde tasarlanmış, 1. katın salonunun önündeki korkuluklar ise ejderhanın yediği insanların kemiklerini temsil ediyormuş, bacanın üzerinde bir de haç var, gaudi'nin tüm eserlerinde en az bir dini simge olurmuş. Hatta Battlo ailesi siparişleri tamamlandığında Gaudi'ye bir terslik olduğunu, kızlarının piyano çaldığını ama bu apartmanın kapısının piyanonun geçemeyeceği kadar küçük olduğunu söylediklerinde Gaudi gayet büyük bir özgüvenle cevaplamış '' demek ki kızınız artık keman çalacak'' 


Sıra geldi büyük ustanın 2. apartmanına, Casa mila, ya da takma adıyla La Pedrera. La pedrera taş ocağı demek. Bu bina dıştan hakikaten taş ocağına benziyor. Gaudinin denizdeki dalgaları temsil etmek üzere yaptığı kavisli hatları ve denizdeki yosunları temsil eden yaprak yaprak demir balkon korkulukları ile yine tam bir şaheser. Binanın bacaları ise adeta etrafı gözetleyen askerler gibi..

Bu cadde üzerinde yine Gaudinin tasarımı olan sokak lambaları var. Lambaların altında ise seramikten yapılmış banklar mevcut. Bankların caddeye bakan yüzlerinde demir kapaklar dikkati çekiyor. Burjuvazinin burada yaşadığı dönemde bu kapaklardan bankların içine kor koyarlarmışki, burjuvaların popoları üşümesin..

 Passeig de Gracia'da diagonal durağından metroya biniyoruz ve La Rambla'ya yemek yemeye gidiyoruz. Bu kez Top Tapas isimli tapas restoranında calamar blancha, steak yiyoruz. Ekip sangria'yı sevmediğinden bira içiyor, ben ise tabii ki sangria içiyorum. (calamar blancha 13,95 , steak 9,90 €)
calamar blancha

Karnımız tok sırtımız pek olunca Rambla'da yürüyüşe çıkıyoruz, birden liman tarafından havai fişekler atılmaya başlıyor ve öğreniyoruz ki o gün İspanya'da dini bir bayrammış, San Juan Bayramı.. Deniz kenarında ayaklarımız patlamış halde oturarak bir günün daha sonuna geliyoruz ve Drassanes durağından metroya binerek otele dönüyoruz.. Yarın yine yorucu bir gün olacak..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder